16 Şubat 2010 Salı

Cadalos'un keyifle yaptıkları - 1

Evet, sanat tarihi okudum. Tarihinin bana faydası oldu tabii ama benim asıl gönül kaptırdığım üretme kısmı oldu hep. Yaratıcılığını boğup yok etmeye çalışmayan bir iş bulmak zaten yeteri kadar zorken bir de haftasonlarımı sanatsız bırakamazdım. Bu yüzden üniversite yıllarımdan beri her daim sanatın içindeydim.

Neyle başladım?

Çocukluğumdan beri hep resimle iç içeydim. "Eee?" diyeceksiniz, "çoğu çocukta olağan bir durumdur bu zaten." ama benim ilgi alanlarım arasında farklı şeyler de vardı, çamurun içinden çıkmayan bir çocuktum nedense!? Yaz tatillerimizi hatırlıyorum, kumda insanlar, hayvanlar yapar dururdum sabahtan akşama kadar. İnsanlar yaz tatiline gittiğimi ancak sırtımı görürlerse anlarlardı çünkü saatlerce sahilde sırtım güneşe dönük kumla oynardım. Babam deniz kenarında çok kalmamıza izin vermediği için en sonunda eve dönmek zorunda kalırdım onlarla birlikte, eve gelince de bahçeye çıkar, çimlenmemiş yerlerdeki topraklarla oynamaya çalışırdım bu sefer de. Bir de tutup bunlardan fırın yaptığımı hatırlıyorum; onu nereden gördüm, öğrendiysem, çanak-çömlek yapımında çamurun fırınlandığını düşünerek birşeyler denerdim, tabii çamurdan yapılmış öyle küçücük bir fırında (!) bu mümkün olamıyor. Bunu da düşünebilseymişim ne iyi olurmuş. Sağdan soldan çalı-çırpı toplar arkadaşlarımla bunları yakmaya çalışırdık, onlar sadece işin ateşle ilgili "yasak" kısmına ilgi duyarlardı tabii..

Böyle böyle devam etti çamura düşkünlüğüm, bir yandan resim yapar bir yandan ailece tanıdığımız ressamların atölyelerine yaptığımız ziyaretlerde neyi nasıl yapıyorlar onu anlamaya çalışırdım. Evet, sanata olan sevgimde babamın ve annemin etkisi çok büyük...

Gel zaman git zaman, kendimce oyunlar yapmaya, farklı farklı şeyler üretmeye çalıştım hep kendimce. Okul zamanı "ders çalışmak" gerekirdi elbette, fırsat bulamadığım çok şey oldu, hep üzüldüm durdum bunlara ama sonu gelecekti elbette.

Benim gibi sanata düşkün çoğu kişinin hele de ailesi disiplin konusunda çok ısrarlıysa sanata istediği an vakit ayırması zor oluyor tabii ama bunun da önemi yoktu.

Lisede en sevdiğim öğretmenlerimden biri resim hocamızdı, neden acaba?:)
Müjgan hocam tekrar teşekkür ediyorum size, ne ilginç şeyler öğrettiniz hep bize.
Onun sayesinde okul içinde yapılan yarışmalarda çok iyi sonuçlar aldığımı da hatırlıyorum. O zamanlar bir maske yapım tekniği göstermişti bize, çok basit, balonla yapılan bir maske. Şimdi Venedik Maskesi yapıyorum ve çok ilginçtir ki o balon masklardan neredeyse hiç farkı yok bu tekniklerin. Daha sonra anlatacağım bu konuyu da. İki sene önce başlayan bir Venedik Maskesi maceram var, taaa Ankara'dan kalkıp İstanbul'lara sevgili hocam ve sonradan aynı zamanda sevgili arkadaşım da olan tatlı insan Candan Balaban'a da teşekkür etmeliyim bu noktada da. Ben iyisi mi teşekkür için tüm eski hocalarıma teşekkür edeyim bir başka yazıda.. Bu gittikçe uzayacak böyle.. :)

Geldik üniversiteye, seramik aşkımı nihayet burada tatmin edebildim. Bir kursa yazıldım, orada Arzu'dan çok şey öğrendim, sonra yetmedi Atölye Çamurdan'a katıldım, sergi de açtık ama ne zamandı bulmam lazım fotoğraflardan. Birçok eser yaptım ama ne yazık ki ihtiyaçtan birçoğunu satmak zorunda kaldım, şimdi nasıl içim yanıyor anlatamam. Ayrancı'daki antika pazarında az stand açmadık... Neyse yanımda kalanlara şükrediyorum.

Üniversiteden sonra ahşap aşkı geldi; ahşap heykel ve doğal şekillendirme işleri. Heykel de yaptım, ayna da, mobilya parçasına kadar farklı yönlerini tanıdım. En önemlisi de unutulmak üzere olan bir sanatımız olan tarsi konusunda da çalıştım.

Sonra Venedik Maskesi, kukla, muppet...
Devamı geliyor..

Hepsi birbirine ek, hepsi fayda.
Hala hepsi ruhumda...

Keyif aldıklarım her daim benimle olacak, artık vakit de var, atölyem de var, daha ne isterim ki?

Sevgiyle..

14 Şubat 2010 Pazar

Bir de sevgililer gününe



Üye olduğum güne bakın; sevmeyi, sevilmeyi, hak etmeyi, hak edileni bilmeyi bilen kişilere özel olsun söylediklerim...



Bana hayatımda sevmenin gerçekten ne demek olduğunu gösteren üç varlığa teşekkür ediyorum: Annem, sevgili eşim, biricik kızım-güzel kedim Çıtır'ım..

Karşılıksız sevgilerim, hayatımdaki güzel sevgililerim benim.

Sizi seviyorum! İyi ki varsınız...

Yazmadan edemeyeceğim: Satış ve Sanatla ilgili bir iki söz daha..

Satış'ın S'sini hayatından silip Sanat'ın S'sini hayatının tümüne yerleştirmek isteyen biriyim işte. Sanat Tarihi'nden mezun olup satışçı olan başka kaç kişi vardır bilmiyorum ama hayat sizi her zaman istediğiniz yollara sürüklemiyor. Kariyerdi, para kazanma derdiydi, tesadüflerdi, karşınıza çıkan insanlar ve size edilen tekliflerdi... Bunları planlayamıyorsunuz işte.. Ama dur demek de insanın elinde.. Bunu nihayet yaptım. Çalıştığım son firma özel bir tasarım firmasıydı, burada satış müdürlüğü görevimden ayrılıp gelen teklif üzerine dünyaca ünlü, Fransa orijinli bir firmada satış müdürlüğü pozisyonuna geçecektim az daha. Hatta çoğu "Evet"ler söylenmişti görüşmelerimizde. Tek anlaşamadığımız nokta ne zaman başlayacağımdı. Zaten ne olduysa o zaman oldu... Kariyerine düşkün çoğu insanın söyleyeceği şeyi duydum, "Hayatındaki öncelikleri doğru belirlemek gerek." Evet, bu bana o işi kabul etmeye yönelik bir cümleydi ama bende tam tersi bir etki yarattı çünkü benim hayatımdaki öncelikler tamamen farklı. Bunun için teşekkür etmeliyim aslında cümlenin sahibine.

Önceliğim; huzurum-biricik eşim İlhan'ım, birtanelerin birtanesi annem, güzel kızımız Çıtır'ımız ve hayatımda eksikliğini duyduğum, çalışmaktan vakit bulamadığım SANAT idi..

İşte şimdi hoşgeldin hayat, hoşgeldin bana...

PS: Bazı kelimeleri neden büyük yazdığıma gelince, benim önem verdiğim ve başkalarının önem verdiği şeyleri büyük yazmayı tercih ediyorum, amaç bağırmak değil okuyanlara ama birilerine bağırmak olduğu kesin, en azından içten içe:)

Seneler var, hep planım dahilinde olan şeyleri yapamamakta bekledim durdum.. Buna bir son gerek!

Eveeet, işte buradayım nihayet. O planların içinde yer alan birşeydi bu da. Kendi blogumu oluşturmak. O kadar çok arkadaşıma önerdim ve başlattım ki hala kendime ait bir blogum olmaması artık saçmalığın daniskası olmaya başlamıştı...

İŞ - Güç, dert - TASA derken aldı yürüdü hayat. Derken bir bakmışım hayatımda istediğim şeyleri çok az yapar, çok az telafuz eder, çok az yaşar olmuşum.

İŞte tüm bu sebeplerden 2009 Eylül'ünde bastım istifayı, kimilerine göre bırakılmayacak bir kariyer olan satış müdürlüğünü bırakıverdim öylece, zerre üzülmeden... Tabii bırakmak öyle kolay olmuyor, Ocak 2010'a kadar dışardan destek verdim ama şimdi kuşlar kadar özgürüm. Tabii bu KRiZ'de - artık hangi kriz bilemiyorum, belki de benim SATIŞ'ın S'sinden bunalmamın verdiği krizdir, belki de dünyevi olanı - çok gerekliymiş gibi işsizler furyasına bir başka vücut daha ekledim ben.. Gayet derinden gayet sessizce. Ama aslında oldukça sesli ve bağırarak yapıyordum bunu içten içe ve hatta biliyordum ki yaptığım tek şey bu değildi. Evet bu zamanda çoğu kişinin alamadığı bir maaşı aldığın, kariyerinin zirvelerine yaklaşabildiğini görebildiğin ve sonrasında neler olabileceğini hayal etmekten de öte neredeyse görebildiğin bir işi bırakmak çok da mantıklı gelmiyor olabilir çoğunuza. Fakat ve işte fakat ben hayatımda ilk defa gerçekten yapmak istediğim işi yapmak adına küçük gözüken ama aslında kocaman bir adım atmıştım.

"Karar vermek yolun yarısıdır." derler ya, aslında öyle değil, bu söze çok inanasım var ama doğru olduğunu pek sanmıyorum. Elbette karar vererek yine büyük ölçüde işin çoğunu yapabileceğinizi en azından kendinize ve çevrenize göstermiş oluyorsunuz ama bunun kesin bir kanıtı yok, olamaz da. Başka adımlar atmaya devam etmek, ona da cesaret bulmak ve yine bekleyip görmek gerekiyor. Ben de sabredip bunu yapacağım.

Hoşgeldim, iyi ki geldim.. Bu blogu hazırlayan bir başkası olsaydı, "İçindeki heyecan yeter!" derdim ona... Heyecanım yeter mi? Umuyorum öyle olur!

Sevgiyle..